Bisiklet şehri Amsterdam’da bir sürüş öyküsü mü? Genelde kanallarla bağlanmış bir şehirde mi? Biri bana acımasız bir şaka mı yapıyor? Neyse ki öyle değil. Ortada şaka yok. Acımasızlığa gelince, aslında bunu öğrenmenin tek bir yolu var...

Bu şehirde bisikletin en yaygın araç olmasının sebebi, bisikletle en dar sokaklardan hızla geçebileceğiniz halde, otomobille ancak bir sümüklü böceğin hızında takılıp kalacağınız gerçeğidir; şehirde hareket edebilmek için sürekli ileri geri manevralarla uğraşırsınız, ve bu şehir otomobilleri uzakta tutmakla övünür.

Ama ben hep zor işleri başarmayı sevmişimdir ve eğer bana kompakt, iki kapılı, adrenalin salgılatacak iki koltuklu bir spor otomobil verirseniz, o egzersiz delilerine günlerini göstereceğim, yağmur yağsa da sıcacık ve kibirli bir şekilde otomobilimde oturacağım.

Katalan Savurganlığı

Carrer de Provença’dan aşağı doğru gidiyorum, burası Eixample bölgesinin en uzun, düz ve geniş yollarından biri. Birkaç blok sonra Passeig de Gràcia’ya, Barselona’nın ünlü alışveriş bölgesine geniş bir sola dönüş var. Ülkenin en pahalısı denilen cadde, tasarımcı mağazaları, mükemmel restoranlar ve kafeler ve de şehrin en bilindik bazı binalarını barındırıyor. Bir başka Gaudi binası olan Casa Mila’nın önünde yavaşlıyorum, Gaudi’nin artık tanıdık dalgalı çizgileri ve muhteşem Espanta Bruixes bacalarını hayranlıkla izliyorum.

Hızlanmanın bir anlamı yok çünkü bir başka Gaudi binası Casa Batlló kısa süre sonra sağımda beliriyor. Şehir ,düşünceli davranarak binanın dışına banklar koymuş ve banklar şimdi kameralarıyla Batlló’nun hayvan maskesi şekilli balkonlarının ve ejderha-omurgalı çatısının yakın ve uzak çekimlerini almaya çalışırken ağızları bir karış açık yukarı bakan ziyaretçilerle dolu.

Yol, ünlü meydan Plaça de Cataluña’da bitiyor ve aydınlatılmış çeşmelerin gece yarısı karartma süresinin başlamasına bir kaç dakika kala tam zamanında yetişiyorum. 

Merkezi yayalaştırılmış ünlü parti caddesi la Rambla’ya dönüyorum, gençler eğleniyorlar. Güya haftanın en sessiz gecesi salı gecesi olmasına rağmen işimi hiç kolaylaştırmıyorlar. Gülümseyen neşeli kalabalık tapas restoranlarında, barlarda, tezgahlarda, sanatçılarla oyalanıyor, kimsede bir yorgunluk belirtisi yok.

Yıldızlı Gece

Prinsengracht’a, Anne Frank’ın 1999'da büyük ölçüde genişletilen evinin olduğu yere doğru devam ediyorum. Burada sabahın 4’ünde sadece bir kuğunun geçişinin yarattığı dalgalar sudaki yansımasını sekteye uğratıyor. Her şey çok sakin. Buna karşın, kafeler, sanat galerileri ve stüdyolarının Mekke’si olan yakınlardaki Jordaan’da bu saatte bile insanlar bir yerlere girip çıkıyorlar. Şehrin diğer sakinleri uyurken, ben bir başka sanat bölgesine yöneliyorum: tam merkezinde van Gogh müzesinin ve yanındaki Paulus Potterstraat parkının yer aldığı moda ve müzeler bölgesi.

Üstümde şafak sökmeye başlıyor, gecenin mürekkep gibi karanlığında en uçuk mordan bir yırtık oluşmuş gibi. Otomobilin sıcaklığında Rijksmuseum’un etrafındaki kaldırımlı sokaklarda dolaşırken, yer yer engebeli zemine rağmen burası rahat bir yer. Kısa süre sonra yön değiştiriyorum ve bir anda bisikletle işe gelip gidenlerle, tramvaylarla ve otobüslerle dolan Stadhouderskade’e yöneliyorum. Köprüleri van Gogh sayesinde ünlü olmuş Binnenamstel kanalını geçerken, sanatçının tuvallerinden birine adım atmışım gibi hissediyorum.

Dükkanlar artık yavaş yavaş açılıyor, “kapalı” yazıları kapılardan indiriliyor ve Amsterdam sabah güneşinde kollarını uzatıp geriniyor.  Kahvaltı beni çağırıyor ve maalesef eve giden yolum da. Amsterdamı ve insanlarını seviyorum. Şehri görmenin pek çok yolu var ama gece arabayla sıcaklık ve konfor içinde görmek en iyisi olsa gerek.

Sürücülerde Daha Fazlası

Bruges

Klasik Bruges şehri, dar yolları ve yaya bölgeleriyle meşhurdur. Peki ya motor sporları muhabiri Luke Ponsford buradan bizlere neler anlatacak?

Londra

Tan ağarırken trafik sıkışıklığından ve hıncahınç dolu sokaklardan uzak Londra'yı keşfetmek için yazımızı okuyun.